28 Mayıs 2010 Cuma

bilinçaltım çok garip bir yer.

rüyamda itüye giriyodum he. içim hala huzursuzdu ama. içim şimdi huzursuz değil gerçi. ama rüyamda istediğim yerde olmama rağmen huzursuzdu. listelerde adımı göremediğim içindi sanırım. sonra hazırlık binasının yeşil kapısındaki listede adımı 22inci sırada gördüm. nefes aldım. uyandım. bi de ben kep atmak istemiyorum. hava çok sıcak uf.

a fine frenzy- electric twist dinleyin dinlettirin.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

dondurma çubuğu çiğnemek ftw

şimdi yatsam yarın öğlene kadar uyurum mesela. uykum olmasından değil yatağımın yumuşaklığını çok seviyorum ve yapmam gereken başka işler var. he bir de şu an dinlediğim albüm yüzünden tam anlamıyla kafamın içinde filler zıplıyormuş gibi hissediyorum. onun daha güzel bir söyleniş tarzı vardı da gönlüm elvermedi şimdi burda yazmaya. bunu da neden yazdığımı bilmiyorum zaten. sanırım ağzımdaki dondurma çubuğunu çiğnemekten sıkıldım ve tahta tadı çok garip geliyor. he bir de içeri gidip yeniden ders çalışmaya başlamak çok zor. uf çubuk kırıldı. dilimi çubukla bastırıp ayna karşısında bademciklerimi mi görmeye çalışsam. belki bademciklerim çok hoşuma gider ve sırf bademcik ameliyatı yapabilmek için doktor olmaya karar veririm. bu gidişle hitit üniverstesinde bile tıp kazanamam o ayrı. hitit üniversitesinde herşey tek bir odadaymış diyolar. yemekhane, yatakhane, derslik, dekanın odası, labratuar hepsi bir arada. aman geç kaldım derdi yokmuş hiç. deney diye de pamukta fasuyle yetiştirtiyorlarmış. yoksa labaratuvar diye mi yazılıyordu. hiç öğrenemedim doğrusunu. hitit üniversitesi diye bi yer var mı lan.

11 Mayıs 2010 Salı

nasıl nefes alıyorduk sahi. unuttum.

bugün annemin doğum günü. bugün ilk defa farklı hayatlarla burun buruna geldim. bugün annemi kaybetmekten korktum. deli gibi. dokunsan ağlarım. başkalarının yardımıma ihtiyacı olabileceğini öğrendim. hayatımın gerçekten çok iyi olduğunun farkına vardım. bugün hıçkıra hıçkıra ağlayan bir babanın sesini duydum. yutkunamadım. nefes alamadım. ruh gibi kalmış bir çocuğun tasviri gözlerimin önünden gitmedi. gitmiyor. bana çok küçük gelen bir miktarın başkalarına hayat kurtarabilecek kadar büyük gelebileceğinin farkına vardım. herkesin aynı şartlarda yaşayamadığının en korkunç örneği beynime kazındı. kızdım. üzüldüm. annemin göz yaşlarını tutamayışını izledim. bugün bir çocuğun asla 8 yaşında olamayacağını kendime kabullendirmeye çalıştım. asla ilk aşkının masasına mektup bırakamayacağını düşündüm. asla denizde yüzemeyeceğini, top oynayamayacağını, koşup zıplayamayacağını öğrendim. inanamadım. inanmak istemedim. aklıma geldikçe ağlamak istedim. sahip olduğum herşeyi vermek istedim. hiçbir işe yaramayacağını bilmek çok acı. ben herşeyimden vazgeçsem bile o çocuğun içi kan dolmaya devam edecek. bir anne babanın çocuklarının ölecek oluşunu nasıl kabullenebileceğini düşündüm. imkansız geldi. annem 42 yaşına bastı bugün. ben ilk defa annemden asla vazgeçemeyeceğimi uzun uzun düşündüm. midem kasıldı. ne kadar şanslı olduğum balyoz gibi beynime indi. derin bir nefes alıp hepsini bırakmak istedim. takıldı. gidip anneme kocaman sarıldım. rahatladım. sonra tekrar hatırladım. annemin nefes alış verişini duyarak uyumak istiyorum ben.