30 Nisan 2010 Cuma

passiflora içip uyumalıyım.

uyurken dişlerimi sıkıyorum ben. istem dışı. bazen uyumakla uyanıklık arasındaki o anda fark ediyorum bunu. ağzımı açıyorum, rahat bırakıyorum dişlerimi. çenemde hissettiğim ağrı kötü oluyor ama. neden yaptığımı bilmiyorum bunu. çoğunlukla kontrol edebildiğim bir şey değil. bazen o kadar sıkıyorum ki dişlerimi çenem kopacakmış gibi hissediyorum. teknik olarak çenemin kopmasını mümkün değil tabi. sadece çok ağrıyor işte. bu yüzden ağzım açık uyumayı deniyorum genelde. o da pek işe yaramıyor gerçi. bir süre gene kapatıyorum ağzımı gene sıkıyorum dişlerimi. uyurken diş gıcırdattığımı söyleyenler de var. hem de korkunç derecede. ama her zaman değil. onu sadece kendimi kötü hissettiğimde veya stresliyken yapıyorum sanırım. 'dün gece gene dişlerin durmadı' dediğinde öyle zamanlara denk geliyor yani. amacım bu noktaya gelmek değildi aslında ama diş gıcırdatmasından geçen seneye gitti aklım. özlediğim insanlar var. bir sene içinde, geçen 10küsür senedir istemediği/ özlemediği şeylere öyle çok alışıyor ki insan durum birden ortadan kalkınca havada yüzüyormuş gibi hissediyor. aslında çok da yeni ve birden olmuş birşey değil. sadece nedense aklıma geldi öylece. bahsetmeye çalıştığım şey odamı başkasıyla paylaşmak. öyle sıradan biri de değil, çok değer verdiğin bir insan olunca birden kaybetmesi de etkiliyor oldukça. bunun etkilerini birden yaşamadım ama zaman zaman yaşıyorum. herkes uyuduğunda ve ben yalnız hissettiğimde dilediğim an uyandırıp konuşabileceğim birinin olmaması sıkıyor arada. sinir krizleri geçirirken benimle birlikte önce kahkahalarıma sonra deli gibi ağlamama sonra gene kahkaha krizime eşlik edecek birinin olmaması kötü geliyor. dağınıklığına ve genelde uyumasına ne kadar kızsam da biriyle odamı paylaşmanın pek de kötü bi fikir olmadığını, hatta genelde güzel olabileceğini bana öğrettiği için mutluyum ayrıca. çünkü bunu asla yapamayacağımı düşünürdüm. yani biriyle kendi evimdeki odam dışında her yeri paylaşabilirdim uzun süreliğine. ama neden bilmiyorum odama karşı aşırı titiz davranıyorum genelde. bu titizliğimin kırılması konusunda yardımı da büyük olmuştur. ve bu hissi özlüyorum arada. belki de özlediğim sadece sürekli konuşup kafamı meşgul edebilen ve gecenin bir yarısı attığı kahkahasıyla bütün odayı çınlatan birinin varlığıdır. bir de sağ tarafta çıkan 20lik dişim gerçekten acı vermeye başladı.

25 Nisan 2010 Pazar

beynimin patlamasını istemiyorum. gerçekten.

Where the wild things are bünyede winnie the pooh etkisi yaratıyor. izlerken mayışıyorsun, sonunda suratında max'inki gibi bir gülümseme kalıyor. sevdiğin birine sarılmak istiyorsun. en yakın dostuna annene belki. uyusam, başımı okşasa biri hissi sarıyor bünyeyi. sonra evde yalnız olduğun için bütün yastıkları yatağa toplayıp, onlara sarılıp uyuyorsun. en azından bana olan buydu. yalnız izlenmemesi gereken yumuşacık bir film. profiterollü dondurmanın arkadaşlığına güvenmemeli, zira çabuk tükeniyor kendisi.
140 karaktere sıkıştırırak yazmaya çok alışmışım. bloga yazma hissini unutalı çok olmuş. yeniden hatırlamak güzel ama. uzun uzun, sınırsız yazmayı özledim. bu yazıyı yazarken 10 kez silip baştan yazdım. hala birşeye benzememiş gibi geliyor ama olsun. cümle kurmadaki kararsızlığımı bırakamamışım bunu gördüm. bir de ilk defa, önce not defterine değil direkt buraya yazıyorum. bak gene dondum kaldım. ekranı izliyorum. kulağımda da si yuğ on dı muuğn çınlıyor. keşke biz de birbirimizi kollayıp, gerçek bir yığın olup birlikte uyuyabilsek.

1234

uzun zamandır yapmak istediğim şeydi burayı düzenlemek. baya boşlamıştım artık ertelememek gerek. temizlik iyi geldi. yeniden başlayacağım buraya yazmaya. ne tür şeyler olacağını bilmiyorum. sevdiğim gibi olacak gene. belirsizlikten biraz daha sıyrılmış şeyler belki. en yakın zamanda yazacağım. bir yerden başlamam gerekti. yarım bırakmak yok. bakalım.